9 Mart 2018

Son ültimatom


Şu an uyuyor olmam gerekiyordu, ama bazı geceler vardır ki yatakta ne kadar dönersen dön yine de uyuyamazsın. Hemen yanlış anlamayın, aşk acısından falan değil. Bu öğlen dört saat kadar bir kestirme durumum oldu, kestirmeden çok tek başına gece uykusu gibiydi. Kahveyi de fazla kaçırdım.

Sağlıklı bir insanın uykuya dalma süresi on dört dakikadır, eğer yatakta on beş dakikadan fazla durduğun halde uyumayı başaramıyorsan kalkıp bir şeyler yapman gerekir, uyumak fikri artık zaten mümkün değildir. Ben de bu yazıyı hazırlamaya karar verdim, ikilemler hep hoşuma giden bir konu olmuştur.

Yine bunun gibi, hayatta bazı durumlar olur ki, ya kendini tamamen içeri çekmen ya da bulunduğun yerden tamamen uzaklaşman gerekir. Başka bir seçim şansın yoktur, orta noktada buluşmak için pazarlık yapılmaz, bu pazarlık teklif dahi edilemez. Biz bu durumlara ikilem veya dilemma diyoruz. 

Önünde iki yol vardır, birisinden mecburen ilerlemen gerekir.

Yine hayatta bazı ikilemler vardır, bunlar basit ikili seçimlerden çok daha farklıdır. Bu bir teklif değildir, ya yaparsın ya da ölürsün. Yine iki yol vardır, yalnız bu yollardan birisi yine zaten şu an olduğun yere, hatta birkaç ay önce bulunduğun bir yere çıkar, diğer yol ise kurtuluşa ve özgürlüğe açılır.

Bu "yap ya da öl" fikriyle sunulan seçimlere de ültimatom diyoruz.

Mavi hap ve kırmızı hap oyununu hatırladınız mı?

Ültimatomların yalnız devletler arasında olduğunu sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. İnsan ilişkileri açık ya da üstü kapalı olmak üzere geri alınamayacak, dönüşü olmayan sözde seçimler ve ciddi tehditler barındırır.

Poker oynamış olanlar bilir, vakit gelir ki "all in" deyip tüm paranı ortaya koyman, her şeyini riske atman gerekir, yoksa yapılabilecek en mantıklı hareket masadan kalkmaktır.

Size masadan kalkış hikayemi anlatacağım.

Köpeği istediğiniz kadar bağlayın, fırsat bulursa kaçar
Rollo Tomassi'nin ilişkiler için en ÖNEMLİ kuralı 
Romantik, kişisel, iş tabanlı, ailesel... HERHANGİ bir ilişkide en güçlü kişi, diğer kişiye en az ihtiyaç duyandır.
Bunu bilmek için filozof imparator olmaya gerek yok, değil mi?

Eğer ekonomik özgürlüğünüzü sağlam bir temele oturtmadıysanız, potansiyel bir durumda da bu özgürlüğü kazanacağınızı göremiyorsanız size finansal destek sağlayan ailenize sırtınızı tümüyle dönmeniz mümkün değildir, çünkü güçlü olan bu desteği sağlayanlardır.

Eğer bir kadın hayatı boyunca hiç çalışmamışsa, yine bu finansal özgürlüğe sahip olamayacağı için belki senelerden beri nefret ettiği kocasından ayrılması mümkün değildir. Kadının çocukları vardır, çocuklar yiyeceğe ve korumaya ihtiyaç duyar. Bu yüzden hayat Hollywood filmlerine benzemez. Kadın, genellikle, çantasını alıp gitmek yerine bu duruma ömrü boyunca katlanmak zorunda kalır.

İlişkilerde en sert ültimatomlar, yine en güçsüz taraftan gelir.

Çekip gitme özgürlüğüne sahip olmayan ya da bunu göze alamayan taraf, ilişki üzerinde elde etmek istediği kontrolü, tamamen mantığa aykırı bir biçimde, iki yoldan birini seçme özgürlüğünü tanıyarak karşı tarafa verir.

Size kendi hikâyemden bahsedeceğim. 

Hanımefendinin ismini yine veremeyeceğim, büyük ihtimalle de hiçbir zaman bir hanımefendinin ismini size vermeyeceğim, bu yüzden ona Prenses Ela diye sesleneceğiz. Şaka lan şaka, coşmayın hemen, Pınar diyelim.

Anlatacağım olayın üzerinden bir ay kadar önce Pınar ile yollarımızı ayırdık, gördüğüm muamele karşısında uzun zamandır yapmam gereken şeyi gerçekleştirerek ondan ayrıldım. Bu ayrılık sonrasında tüm kozlar benim elimde gibi gözüküyordu, bana WhatsApp'tan fotoğraflarımızı atıp acıklı şeyler yazıyordu. Bu aciz yakarışlar karşısında içimdeki ölmeye yüz tutmuş Beta, hayatta kalmak için son çırpınışlarını gösterdi ve beni tükettiğini, benimle birlikte kendi de tükendiğini bildiğim sevgimin közlerinden tekrar bir "her şeyi yoluna koyma" alevi, son kez olmak üzere tutuştu. Ona tekrar geri döndüm ve ilişkimize bir şans daha vermeyi teklif ettim.

İşler beklediğim gibi gitti mi dersiniz? Eğer işler beklediğim gibi gitseydi şu an bu yazıyı hazırlıyor olmayacaktım. Bunun yerine o şirin "günaydın" mesajlarından birisini yazıyor olurdum.

Olayların nasıl gideceğini aslında biliyordum, sonuçta Kırmızı Hap ve Manosphere ile tanışmam bundan iki sene öncesine kadar gidiyor. Tüm teorileri, oyunu bildiğim ve körkütük derecede bunlara hak verdiğim, her yerde savunuculuğunu yaptığım halde bu gerçekleri hayatıma uyarlamamak için uzun süre başarıyla direndim.

Pınar tam anlamıyla hayatıma geri dönmeyi kabul etmedi. Hayatımda bir şekilde artan kadınların çokluğundan rahatsız oluyordu. Bahsettiğine göre artık ona eskiden verdiğim kadar değer vermiyordum, onu önceliğim olarak görmüyordum ve güven veren yapımı kaybetmiştim. Bu bahsedilenlere göre doğru yolda ilerliyormuşum.

Nihayetinde bunların hepsini tekrar sağlayacağıma dair kendisine söz verdim. Tekrar buluşmaya başladık, yüz yüze her zaman güçlü olan iğfal yeteneklerim sayesinde onu tekrar öpmeyi, güldürmeyi ve kendim de bu durumdan zevk duymayı başardım. İlişkinin ilk baştaki heyecanının geri döndüğünü hissediyordum, ikinci bir balayı fikri kimin hoşuna gitmez ki? Sözünü verdiğim gibi her şeyi yoluna sokmayı başarıyordum.

Uzun zamandır ağır, harbi çok ağır Beta özellikleri göstermiş olan bana karşı tatmin testleri tabii ki dur durak bilmedi. Bazılarında biraz başarısız oldum ama durum hala kurtarılabilir gözüküyordu, bazılarında ise fena halde patladım. Bu yüzden Pınar'ın bana karşı olan tavrı git gide daha soğuk, hatta katlanılamaz bir hale geldi. Elinden kaçan fırsatı izlediği sırada, insan, mantıklı bakışını korumayı başaramıyor. Tüm teori ve oyun bilgimi unutmuş olan ben, bu soğuk tavrın neden olduğunu far görmüş ceylan gibi izleyip anlamaya çalışıyordum.

Sonra kafama bir şey dank etti. Sonun zaten geldiğini, ölmüş bir çiçeği diriltmeye çalıştığımı anladım. Bu yüzden kendimi geleceğe, eğer mümkün olursa da şu an kurtarmaya çalıştığım ilişkiye bir şekilde hazırlamaya koyuldum. Tekrar spor yapmaya başladım, meditasyon benim için yeni bir fikirdi ama faydalarını hemen hissettim, yeni kıyafetler aldım, yeni insanlarla tanışmaya başladım, hayatımda ilk kez bir felsefe kitabını ciddiye alarak ve anlayarak okudum. Hayatımda yaptığım bu değişikliklerden Pınar'a da bahsettim.

Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Bunu anladığım an her şey değişti.
"Hayatımdaki bu değişiklikleri senin için değil, kendim için yapıyorum, Pınar. Uzun zamandır kendimi ve mutluluğumu çok fazla ihmal ettim. Bu değişiklikleri kendim için yapıyorum ama ilişkimize de çok faydası olacağını biliyorum. Bu süreçte en büyük destekçim, zaten en yakın dostum olan sen olacaksın."
Pınar'a açık açık "senin için değil, kendim için değişiyorum" dedim. Bu mesajdan sonra, artık hiçbir türlü "kaybetme korkusuna" sahip olmadığımı, kendimi bilinmeyen geleceğe her türlü duygudan bağımsız olarak hazırladığımı anlaması uzun sürmedi. Bir anda tüm güç dengesi tekrar tersine döndü. Ayrılığın başından beri elimde olan güç dengesi tatmin testlerinde olan başarısızlığım yüzünden tekrar onun eline geçmiş, attığım bir mesajla şimdi tekrar kucağıma, güzelinden bir altın tepside düşmüştü.

Bir ilişkide terazilerin yerinden bu kadar sık ve radikal şekilde oynaması sağlıksızdır.

Pınar'ı iyi tanırım, uzun süre boyunca tek arkadaşı bendim, her zaman inatçı ve saldırgan bir kadındı. Elinden kaydığını anladığı güç dengesini uzaktan izlemekle yetinemezdi, bu yüzden bana karşı son kozunu oynadı.

Son ültimatom

Aşağıdaki ilk mesajdan sonra işlerin nasıl karışacağını anlamamak için diplomalı salak olmak lazım. Her zaman duyduğum basit şeylerden biri olduğu için pek ciddiye almadım, Pınar hep kıskanç ve özgüveni düşük bir kadındı, o sıra fırındaki buğulamanın pişmesini beklerken YouTube'dan oyun videoları izliyordum.
PINAR: Kızlarla konuşuyor musun hiç?
BATUHAN KRAL: Sınıftan birkaç kızla konuşuyoruz arada; Instagram'dan, Twitter'dan falan yazanlar da oluyor.
PINAR: Kimler mesela?
Sınıftan bir kızla olan WhatsApp konuşmasından ekran görüntüsü aldım, yolladım. Sınıftan bu kız ders programı atmış, bir de kedi sahiplenişimle ilgili bir şey önermiş. Belki başka şeyler de söylendi bu sırada, hiçbirini hatırlamıyorum mantıklı nedenlerden dolayı. Hatırlanacak şeyler bile değiller demek ki.
PINAR: Ben "sana güvenemiyorum" dediğim halde hala başka kızlarla konuşuyorsun ya, hayranım şu verdiğin değere.
PINAR: Seni herhangi bir kızla daha samimi görürsem direkt silerim, felsefe ya da büyüklük yapamam bu konuda, kusura bakma. :((((((((((((((((((
Ya hayatındaki diğer tüm kızlarla bağını koparır ve köpeğim olursun ya da seni direkt silerim.

O an beynimin içerisinde bir şeyler koptu. Hem daha sabah bahsettiğim ve gerçekten ciddiye aldığım şeyler hakkında alaylı şekilde konuşulması, hem de beni sözde "direkt silebilecek" ve bunu açıkça dile getirebilecek cesarete sahip olması tüm kontrolü kaybetmeme sebep oldu.

Tüm köprüleri yaktım.

Pınar, sadece kendi kontrolünü değil, ilişkinin ve benim üzerimdeki kontrolünü de son kez olarak kaybetti. 

Telefonda ona hayatı nasıl zindan ettiğimden, senelerini ve aylarını nasıl çaldığımdan bahsetti. Aynı şeyleri üç gün sonra ağlayan bir sesten tekrar dinledim, "özür dilemeyi düşünüyor musun" diye sormaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu.

Özür dilemedi, dilese de affedemezdim.

Ültimatom vermek, güçsüz olduğunu ilan etmektir

Şimdi ültimatomlar hakkında konuşmaya başlayalım, ültimatom vermenin tüm olayı kontrol ve güç ile ilgilidir. Romantik partnerine ültimatom veren kadın, yalnızca ilişkinin üzerinde kontrol elde etmeye değil, aynı zamanda erkeğinin üzerinde de kontrol elde etmeye çalışıyordur.

Erkek, bu durumda ya kadının arzu ettiği düzeyde bir momentum göstermiyordur ya da kadının arzu ettiği yönün tümüyle karşıtına gidiyor demektir.

Ültimatomların en hoşuma giden kısmı da en basit mantığa dahi aykırı (counterintuitive) olmalarıdır.
Ültimatomlar, üzerinde pazarlık yapılmaya çalışılan ikilemlerden doğar.
Ültimatomlar, kontrolü elde etmek isteyen kişiye değil, bunun tam tersi olan karşı tarafa hediye eder.

Ültimatoma boyun eğmek, yani hayatındaki tüm kadınlarla bağını koparmak veya çekip gitmek seçeneklerine sahip olan kişi, artık kontrolü tamamen eline almış demektir.

Gerçek şu ki, arzu satın alınamaz, arzunun pazarlığı yapılamaz.

Arzu için ültimatom da verilemez.
Ultimatums are declarations of powerlessness because you are resorting to a direct threat to get someone to do what you want them to, and in doing so you OVERTLY confess your weak position. If you were in a genuine position of control it wouldn’t be necessary to resort to an ultimatum; you’d simply use that control. There are many ways to effect a change in another person, but ultimatums will never prompt a genuine change. If they change behavior it’s prompted by the threat, not unprompted, organic desire. 
Rollo Tomassi

İyi çocuk öldü, çok yaşa iyi çocuk


"İyi çocuk" olmanın ne demek olduğunu hepimiz biliyoruz.

Aramızdan bazıları sadece bir "iyi çocuk" olmak için yetiştirildi. Onların görevi toplumu dejenerasyondan korumaktır. Bu arkadaşlar artık atlı sınıfının yok olduğu toplumda günümüzün beyaz atlı şövalyeleri olmak onurunu bizim için üstleniyorlar.

Bizim için, bize rağmen bunu yapıyorlar.

Bu yazıda sadece iyi çocukların oluşumunu, özelliklerini konuşacağız. İkinci bir yazıda bu sendromu barındıran kişilerin kendilerine nasıl yardımcı olabileceklerini anlatırız.

Peki, tüm bu "iyi çocuk" zırvası nasıl başladı? Bu tip bir hayat standardı oluşturmanın nedenleri, anlık etkileri ve sonuçları neydi?

İyi çocuk sendromu nasıl oluşur?

İyi çocuk kafa yapısı, genellikle muhafazakar bir aile ortamında yetişmeyen erkeklerde görülüyor. Yani günümüz erkeklerinin en azından yüzde yetmişi için "iyi çocuklar" tanımını yapabiliriz. Bu erkeklerin çoğu içinde bulundukları hastalığın farkında bile değil, doğru olan tek yolun bu olduğuna inanıyorlar.

Sürekli bir şekilde babasının disiplinini, otoritesini üzerinde hissetmeyen bu çocuklar, kadınlar tarafından yetiştirilmek ve eğitilmek mecburiyetinde kalıyor. Kadınlar, bir erkeğe gerekli olan eğitimi nadiren başarıyla verebilirler.

Bu yüzden bangır bangır bağırıyoruz, babasız yetişen hiçbir çocuk gerçekten erkek olamaz, erkek olduğunu hissedemez diye. Eğer biraz şanslı ve zeki biriyse yetişkin olduğunda kendi kendisini içinde bulunduğu bu hastalıktan kurtarabilir. Eğer bu kadar şanslı ve akıllı değilse kendisini ya hapishanede bulur ya da "boşanma tecavüzüne" uğrar.

Nasıl mutlu olacağını, kendine bir eş seçeceğini tek bilgi kaynağı olan annesinden öğrenen iyi çocuk, kadınların standartlarına göre yaşamaya başlıyor. Annesi onu kayıtsız şartsız sevdiği için diğer tüm kadınların da, yeterince iyi olursa, kendisini sevebileceğini, hatta sevmek mecburiyetinde olduğunu sanıyor.

Konuyu daha detaylı ve yabancı bir kaynaktan okumak isteyen arkadaşlara Robert A. Glover'ın muhteşem işçiliği No More Mr. Nice Guy'ı öneriyorum. 

İyi çocukların karakteristik özellikleri nelerdir?

İyi çocuklar sürekli kendilerinden kısarak başkalarına yardım ederler

Bu durumun onların ne kadar cömert olduğunu göstereceğini düşünüyorlar. Eğer yeterince cömert bir insan olursam beni neden sevmesinler ki? Bu şekilde herkesin kendilerini sevmek zorunda olduğunu sanırlar.

İyi çocuklar başkalarının onayını almadan yaşayamazlar

Kötü yönlerini sürekli saklamaya, iyi yönlerini "mütevazı" şekilde göstermeye çalışırlar. Sonuçta hiç kötü özelliği olmayan birisini herkes sevmek zorundadır.

İyi çocuklar, eğer her şeyi yeterince iyi ve mükemmel yapabilirlerse bunun karşılığında seks, aşk, mutluluk ödüllerini alacaklarına inanırlar.

İyi çocuklar iyileştirir ve tamir ederler

Gittikleri ilk genelevdeki hayat kadınına aşık olan ve onu bu acınası hayattan kurtarmak isteyen erkeklerin hepsi birer "iyi çocuk" örneğidir.

Eğer birisi üzgün, kızgın, sinirli ise onlara ilk yardım eden kişiler yine iyi çocuklardır, yardımları istenmese bile.

İyi çocuklar tartışmalardan sürekli kaçınırlar

Kendi argümanlarını ve fikirlerini sunarak karşı tarafı rahatsız etmek istemezler, eğer karşı taraf rahatsız olmazsa bizim iyi çocuklar daha çok sevilecek ve onay görecektir.

İyi çocuklar kötü yanlarını ve hatalarını sürekli gizlerler

Birilerinin ona kızmasından, sinirlenmesinden ve utandırmasından korkarlar. Bu yüzden hatalarını ve kötü yanlarını her şartta gizlerler.

İyi çocuklar bir şeyi yapmanın "tek doğru yolu" olduğuna inanırlar

Bu arkadaşlar için sadece tek bir doğru yol vardır, eğer bu yoldan şaşmazlarsa asla mutsuz olmazlar ve problemsiz bir hayat yaşarlar.

İyi çocuklar duygularını her zaman bastırırlar

Duygular başkalarını onlardan koparabilir, duygularını incitebilir ve bizim iyi çocuktan nefret etmelerini sağlayabilir. Bu yüzden iyi çocuklar hissetmek yerine sürekli analiz ederler.

İyi çocuklar babalarından nefret ederler

İyi çocuklar, neredeyse hepsi, eğer bir babaları varsa ve hala yaşıyorsa bile ondan nefret ederler. Bu yüzden babaları ne yaparsa bunun tersini yapar ve farklı bir insan olmaya çalışırlar.

İyi çocuklar erkeklerden çok kadınlarla özdeşleşmek isterler

İyi çocukların çok az sayıda erkek arkadaşları vardır. Özellikle kadınların onayını ve tebriğini almak isterler, bu yüzden sürekli olarak diğer erkeklerden farklı olduklarını vurgularlar. 

İyi çocuklar kendi ihtiyaçlarını unuturlar

Başkasından önce kendi ihtiyaçlarını yerine getirmek bu arkadaşlar için bencil bir yaklaşımdır, bencil insanları kimse sevmez.

İyi çocuklar partnerlerini hayatlarının merkezine oturturlar

Eğer birlikte oldukları kadın mutsuz ise, iyi çocuk da mutsuzdur. Kendi kimliklerine sahip olmayan bu arkadaşlar, tüm enerjilerini bu kadını mutlu etmeye harcarlar.

İyi çocukların "kötü" karakteristik özellikleri nelerdir?

Bu kısma kadar her şey hoşunuza gitti, değil mi? Herkese karşı iyi olmanın, benci bir felsefeye sahip olmamanın nesi kötü olabilir ki? Herkes bir iyi çocuk olur, böylece herkes mutlu olur.

Şaşırmayın, iyi çocuklar gerçekten iyi olmanın haricinde her şey olabilirler.

İyi çocuklar yalancıdır

İyi çocuklar, eğer yeterince "iyi" olurlarsa herkesin onları sevmesi gerektiğine inanır. Bu yüzden yalana başvurarak hatalarını gizlerler, herkese duymak istedikleri şeyleri söylerler, duygularını saklar ve bastırırlar. Bu yüzden doğal olarak yalancıdırlar.

İyi çocuklar her şeyi gizlerler

"Eğer başaramadıysan kanıtları sakla", iyi çocukların kafaları böyle çalışır.

İyi çocuklar her şeyi bölüm bölüm yaşarlar

Birini aldatmak ne demektir? 

İyi çocuklar kötü bir özelliklerini gizlemek için olayları bölümlere ayırırlar. Eğer eşlerini sadece bir gecelik bir durumda aldatmışlarsa bunu aldatmaktan saymazlar. Bu sadece bir örnek, ama aldatmak için işin içine duyguların da katılması gerektiğine kendilerini inandırırlar.

İyi çocuklar manipülatördür

Kendi ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan iyi çocuklar, sosyal ilişkilerinde kendi kendine üstü kapalı sözleşmeler oluştururlar.

İyi çocuğun seks yapmaya ihtiyacı var, eğer sevgilisine tatlı bir yumoş ayıcık alırsa sevgilisinin onu seks ile ödüllendireceğini düşünür. Hesapları kafasında çoktan yapmıştır.

İyi çocuklar her şeyi kontrol etmeye çalışır

Hayatlarının ve karakterlerinin ne kadar muhteşem ve iyi olduğunu göstermek, bu düzenin ilerleyişini sağlamak için çevrelerini ve çevrelerindeki insanları sürekli kontrol etmeye çalışırlar.

İyi çocuklar pasif-agresiftir

Üstü kapalı sözleşmelerinden verim alamayan iyi çocuk, içindeki öfke ve hayal kırıklığını karşısına yansıtamayacak kadar korkak ve manipülatör olduğu için pasif-agresif tavırlar sergiler.

İyi çocuklar öfke doludur

Ömrü boyunca asıl istediğine ve problemsiz mutluluğa ulaşamayan iyi çocuk, eninde sonunda içindeki volkanla birlikte patlayacak ve inşa ettiği her şeyi bir günde silip atacaktır.

İyi çocuklar bağımlıdır

İyi çocukların neredeyse tümü bir şeylere bağımlı olurlar, içlerinde dolan öfke ve seks tabusunu bir yerlere boşaltmak ihtiyacı hissederler. Bu yüzden iyi çocukların çoğu cinsel kompulsif bozukluklar yaşarlar.

İyi çocukların çizgileri yoktur

Bu adamlar "hayır", "olmaz", "yapamam" kelimelerini bilmezler. Bu yüzden sürekli bir şekilde mağdur hissiyatına kapılırlar, onları mağdur eden kişi de hayır diyemedikleri kişidir.

2 Mart 2018

Modern erkek ve Stoacılık, bölüm 1

Her sabah uyandığında, kendine şunu hatırlat: Bugün de her şeye burnunu sokan, nankör, kibirli, yalancı, kıskanç ve huysuz insanlarla karşılaşacağım. Onlar böyleler çünkü iyiyi ve kötüyü birbirinden ayıramıyorlar. Ama ben iyinin güzelliğini, kötünün çirkinliğini gördüm ve kötülük yapanın benimkiyle bağlantılı bir doğası olduğunu kabul ettim– aynı kandan ve soydan olmak bağı değil bu, aynı yönetici zihne ve aynı kutsalın bir parçasına sahip olmak. Bu yüzden bunların hiçbiri bana zarar veremez. Kimse beni çirkinliğine bulaştıramaz. Ben de hısmıma sinirlenemem veya ondan nefret edemem. Biz insanlar; eller, ayaklar ve gözler gibi birlikte hareket etmek için doğduk, iki sıra diş gibi– aşağıda ve yukarıda. Birbirimizi engellemek doğamıza uygun değildir. Bir kişiye karşı kızgınlık hissetmek, ona sırtını dönmek, bunlar doğamıza uygun değildir.
— Marcus Annius Verus
Az önce okuduğunuz cümleler, bir zamanlar dünya medeniyetinin başındaki en güçlü adama aitti. Bu adamın bilinen adı Marcus Aurelius, eğer onu Roma imparatoru kişiliğiyle tanıyorsanız adı ve unvanı Imperator Caesar Marcus Aurelius Antoninus Augustus; havalı duruyor, değil mi? Eğer benim gibi yalnızca insanların erdemlerine ve hak ederek elde ettikleri unvanlara değer veriyorsanız bu adamın adı -yukarıda yazdığım gibi- sadece Marcus Annius Verus, yani doğum ismi, bir insanın en saf hâli.


Yukarıda gördüğünüz resim bir antik dönem Roma triumphusına ait. Yabancı memleketlerde büyük zaferler kazanan cumhuriyet ve imparatorluk komutanları, elde ettikleri ganimetler, topraklar, köleler ve bunların yanında kazandıkları en önemsiz şeyle, şöhret ve şanla birlikte Roma'nın sokaklarında yürürdü. Bütün Roma halkının, zengin olan patriciiın ve fakir olan plebinin gözleri ve iltifatları bu şanlı komutanın üzerindeydi. Onun şerefine kurbanlar kesilir, oyunlar düzenlenir, yollarına çiçekler serilirdi.

Bunun ne kadar özel olduğunu anlamak için, yalnızca o gün için olsa da, zafer kazanmış komutanın yaşayan tüm Romalılar üzerinde tutulduğunu bilmenizi istiyorum.

Herkes bu şatafat ve eğlenceyle mest olmuş durumdayken çok az sayılı kişi bu şanlı komutanın ardında duran ve komutanın başına defne yapraklı tacı uzatan köleyi fark edebilir. Bu köle, tüm geçit töreni boyunca fâtihin ardında durur ve kulağına sürekli fısıldar:
Ardına bak [ölümünden sonra geçecek zamana] ve unutma, sen [yalnızca] insansın.
Tanrı için ne yaptım

"Bugün seni yaratan ve alemleri yöneten Tanrı için ne yaptın, Batuhan?"

Bu soruyu ilk defa duymadığınızı biliyorum.

Bu sorunun cevabını ararken hep kararsız kalırdım, hatta zaman zaman umutsuzluğa düştüğüm olurdu. Ya o gün Tanrı için hiçbir şey yapmadıysam, günahlarım için bir bağışlama dahi dilemediysem? O zaman vereceğim cevap "bugün Tanrı için hiçbir şey yapmadım" olurdu, daha ağzımı açtığım anda ise insanların küçümseyici bakışlarının üzerime çöktüğünü hissetmeye başlardım.

Günahkâr bir çocuk olduğumu düşünüyordum. Belki kusurlu yaratılmış olsam Tanrı'ya kızmak için bir sebebim olurdu ama işler öyle değildi. İki kolum, iki bacağım vardı. Gözlerim görüyor, ağzım konuşuyordu. Çevremdeki herkesten ileride ne kadar yakışıklı, boylu boslu olacağımı duyuyordum. İlkokulda notlarım hep yüksekti, hatta genellikle sınıf ve okul birinciliği için yarışırdım. Mutlu bir aileye sahiptim, geçim kaynağımız güçlüydü, istediğim her şeye eninde sonunda sahip olmayı başarıyordum. Annem o kadar sevecen bir kadındı ki hiçbir isteğimi geri çevirmezdi, hâlâ çevirmiyor. Babam sert, disiplinli ama ailesine karşı her zaman yufka yürekliydi. Ben büyüdükçe o da benimle büyüdü ve çok daha iyi bir baba olmayı öğrendi.

Bu yüzden o gün Tanrı için bir şey yapmamış olsam ihanet içinde hissediyordum. Bana tüm bu lütufları ve sefayı veren Tanrı'ya niçin şükranlarımı sunmuyordum? İçimden namaz kılmak, oruç tutmak, ilahi dinlemek hiç gelmedi. Bu sorunlar arasında boğulmamak da mümkün değildi. İnsanlar doğrusunun bu olduğunu söylüyorlardı, ben, insanların yüreğini dinlemek yerine secde etmeyi buyuran bir Tanrı'yı kabul etmem mümkün değildi.

Sahip olduğum hiçbir şeyi hak etmediğimi, hepsinin bana şans eseri geldiğini düşündüm. Güçlü ve varlıklı bir aileye sahip olmak sadece şansımdı, daha fazlası değil. Hayatımdaki bu artılar kimse tarafından bana lütuf olarak sunulmamıştı, aksine, bunlar benim en büyük sınavım oldu. İlk defa kaybedecek bir şeylerim olduğunu, bunları kaybetmenin bir anlık hatalara baktığını hissettim.

Bu yüzden daha on dört yaşımda Tanrı'yı reddettim, her şeyin cevabını bilim yoluyla bulabileceğimi sanmaya başladım. Ben bu kadar zevk ve sefa içerisinde yaşarken Afrika'da su dahi bulamayan insanlar, hatta çocuklar olması zoruma gidiyordu. Ülkelerini korumak adına savaşan ve can veren milyonlarca erkek, esir alınıp satılan ve seks köleliği yapmaya zorlanan milyonlarca kadın hiçbir zaman zihnimde mantıklı bir düzleme oturmadı.

"Ben öldükten sonra tüm bunların ne anlamı var ki? Hepimiz aynı bok çukuruna gömüleceğiz, niçin insanların zayıflığından kendi çıkarımı sağlamayayım? Tek bir hayatım var, bunu dolu dolu yaşamalıyım. Eğer bu masum insanları incitmemi gerektirecekse, hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayacağım. Benim hükmüm başlasın!"

Evet, yukarıdaki paragraftan fark etmiş olmanız gerekiyor, basit varoluş bunalımları içinden neredeyse ruh hastası bir özsever (narsist), psikopat, Makyavelist olup çıkıyordum. Sonuçta bunlar insan doğasına uygun şeyler değil miydi?

İnsanları kullanmaya başladım. Para için, seks için, güç için, hatta zaman zaman duygusal boşluklarımı doldurmak için dahi masum insanları kullandım. Sırf insanların bana inandıklarını görmek, sözlerin ne kadar güçlü ve yıkıcı olduğunu hissetmek için çoğu kişiye yalan söyledim. Her şeyin istediğim gibi gitmesine çok fazla alıştım, bunu hiç fark etmedim.

İnsanları kullanıyordum çünkü kullanabiliyordum. Herbert Spencer'ın da söylediği gibi, "Güçlü ve uyumlu olan hayatta kalır", ben güçlüydüm ve bu gücü kullanmaktan da hiçbir zaman çekinmedim. Kulağa çok zalimce gelecek, çünkü öyle, gözlerimin önünde ağlayan, yapmadığı hataları telafi edebilmek için bir şans daha dilenen kadınları izlerken vicdanım bir saniye bile sızlamadı.

Yukarıda "her şeyin istediğim gibi gitmesine çok fazla alıştım" tabirini kullandım. Her şey yolunda gittiği için doğru olanı sonunda bulduğumu ve bunun sonsuza kadar bu şekilde devam edeceğini düşünüyordum. Hiçbir zaman bu davranışlarım için ahlâkî bir çıkış aramadım ama bu tamamen bencil olan davranışları ahlâkî bir zemine oturtmayı da başarıyordum, sonuçta hepimiz doğru olduğuna inandığımız şeyleri yapıyor ve yine bunları savunuyoruz. 

Yakın ve güncel şeylerden bir örnek vermek istiyorum; Jaime Lannister'ın, kız kardeşiyle beraber olduğunun görülmesi üzerine Brandon Stark'ı kuleden aşağı itmesi bizim için belki doğru bir hareket değildi, ama Jaime çocuğu ittiğinde "aşk için yaptığım şeyler..." derken doğru olduğuna inandığı şeyi yaptığını anlatıyordu. 

Tahmin edin, ne kadar yanıldım?

Fena.

Hayatıma en çok etki eden üç kadının ilkiyle daha o zaman tanıştım, ismini vermek istemiyorum, o yüzden bu kadından Arzu diye bahsedeceğiz. Arzu güzel bir kadındı, çekiciydi ve kadınlığını nasıl kullanacağını çok iyi biliyordu 7/10 diyelim, başka olayı yoktu.

Her zaman işe yarayan "taktiklerimi" kullanarak Arzu'yu avucumun içine almayı başardım. En azından bunu başardığımı sanıyordum. Kadın bana tapıyor gibiydi, seks muhteşemdi, benim için yemek pişiriyordu, ilgi duyduğum şeylere ve sınırlarıma saygı duyuyor, hatta bunlardan etkilendiğini sık sık söylüyordu. Bir kadından isteyebileceğiniz her şeye sahip gibi duruyor, değil mi? 

Bir kadından isteyebileceğim her şeye sahipti de zaten, ilk defa karşılaştığım bu "tek boynuzlu at" türü karşısında tırnaklarımla kazıdığım her şeyi feda etmeye başladım. Ben oyunumu oynadım, yalnız onun benden daha iyi oynadığını bir türlü fark edemedim. Bunun sorumlusu çok güvendiğim ve asla yanlış olamayacağına inandığım hislerim ve duygularımdı. Arzu'nun yakınından olan fakat sonradan araları bir şekilde bozulan bir arkadaşı, bu kızın ne kadar yalancı olduğundan ve herkesle oynadığından bahsetti. Gülümsedim ve geçtim, benim oyunumda kim benden daha iyi olabilirdi ki?

Bu yüzden yavaş yavaş çevremden soyutlanmaya ve bana gerçekten aşık olduğunu sandığım, beni kayıtsız ve şartsız sevdiğini düşündüğüm Arzu'yla vaktimi geçirmeye başladım. Beni en başta ilgi çekici ve arzulanır kılan hobilerimi ve yaptığım sporları neredeyse tümüyle bıraktım. Sırf onun hoşuna gitmiyor diye yıllardan beri en yakın arkadaşım olan adamla aramdaki bağları kopardım. Gözlerime demirden bir perde çekilmiş gibiydi, hiçbir uyarı sinyalini dinlemedim.

Arzu'nun evine gidip orada kalıyordum, sabah okula gittikten sonra da akşam tekrar geri geliyordum.

Bir gün, babamın şüpheci yapısına ve insan sarraflığına teşekkürler, Arzu'nun tüm hayatının bir yalandan ibaret olduğunu öğrendim. Almanya'da doktor olduğunu söylediği babasının aslında nerede olduğu belli bile değildi, okuduğunu söylediği özel kolejde okumuyordu, aksine lise birden okulu terk etmişti, bunun gibi birçok şey...

Olduğum yere çivilendim. Bir sene geçtikten sonra öğrendim tabii bunları.

Arzu kendisini odasına kapatmıştı ve hönkürerek ağlıyordu. Kızın bizzat annesinden ve ablasından gerçekleri dinledikten sonra odaya yavaşça yürüdüm. Yatağın kenarına oturdum. Arzu'ya sarıldım ve gözyaşlarını sildim. Kulağına "seni affediyorum" diye fısıldadım. 

 

Aldınız mı mesajı, beyler?

Aynen, sıkın ulan kafama birer tane. Hep birlikte.

O an bu affetme durumunun nedenini kendi yaptıklarıma bağlıyordum, "karma bana yaşattıklarımı yaşattı" diye zırvaladım. Öyle değil o işler işte, Scarcity Mindset kavramına tekrar bakın neden böyle tertemiz sıçtığımı anlamıyorsanız.

Kafamdan kuruyorum tabii, şimdi ben bu kızı affedersem kendimi de affetmiş olacağım; tüm üzdüğüm, kullandığım insanların acısı da benden böyle çıkacak diye. İlk defa o zaman tüm yaptıklarım için bir cefa çektiğimi hissettim, vicdanım ilk kez o gün sızladı. 

Neyse, bir kez daha bunun yalanını yakaladım, yine affettim. En sonunda kız taktı bana boynuzu, ayrıldığımız sırada da bunun yanındaki erkek arkadaşlarına saldırdım, ikisini de yumrukladım, en sonunda da kendimi yoldan geçen bir arabanın önüne attım, araba son anda durdu da ölmedim. Bu olay da zaten yaşadığım son intihar deneyimi olmadı.

Neyse, siktir edin, olur böyle şeyler.

Bu olay sayesinde gaza geldim de üniversite sınavına birkaç ay kala köpek gibi çalışmaya başladım, bu sayede de şimdi İstanbul'da okuyorum. Bağlantılı her şey birbiriyle, yazın bunu bir kenara artık. Boynuz yediniz diye ölecek değilsiniz. 

Ölseniz ne fark edecek ki? Stoacılık hani, çaktın? Mementolar da pek moriymiş.

Gevşemek yok, gelelim asıl mevzuya.

Kendi mutluluğumuz haricinde her şeyi düşünüyoruz
Doğanın her şey için uyguladığı planda başlangıç ve süreç olduğu kadar son da vardır, birisinin bir topu havaya fırlatması gibi, topu havaya fırlatmak iyi de, düşmesi ve hatta yere çarpması mı kötü?
 — Marcus Annius Verus
Yukarıdaki alıntıda bahsedilen durum gibi, benim bu kadınla uzun süreli güzel bir ilişki yaşamam iyi de, onun benden soğuması ya da tamamen ayrılması mı kötü? Hayır, kötü değil, eğer ben ilişkinin başında olduğum gibi kalmayı başarabilseydim her şey yolunda gidecekti. Yalnız şu var, evrenin sürekli değişmesi ve hareket etmesi gibi, biz insanlar da hareketsiz kalmıyor ve değişiyoruz. 

Bu durumda neler yapılması gerektiğini sırf bu konuya özel bir yazıda konuşacağız, aklınız kalmasın.

Aldatıldığımı öğrendikten ve ilişkiyi bitirdikten sonra tüm başıma gelenleri düşündüm. Oturdum, günlerce bunların şemasını çıkardım. Nerede hata yaptığımı merak ediyordum. Olayların içinden sıyrılıp objektif yaklaştığımda yaptığım birkaç, hatta onlarca hatalı hareketi görmek ve analiz etmek o kadar da zor gelmedi. Hataları fark ettiğinizde ne yaparsınız? Bu hatalara neden olan düşünce yapısını incelersiniz.

O anı hiç unutmuyorum, hayatımda ilk kez gerçekten aydınlandığımı hissettim.
Narsisizm, bir insanın kendisine ve hayatına olan önlenemez nefretinin yine bizzat kendisi tarafından ödenmiş tazminatıdır (compensation).
Narsisizm, psikopati, Makyavelizm'in asıl cevabı barındırmadığını fark ettim. Bunlar, hayatta ulaşabileceğimiz en iyi yere ulaşmakta yardımcı olabilecek aletler olabilirlerdi ama asla bir erkeğin hayattaki yegane araçları olarak bulunmamalıydı. Bir erkek, rasyonel olma ve olaylara üç boyutlu yaklaşma yeteneğini kaybettiğinde kendi ölüm fermanını imzalamış demektir. Arzu, benim oyunumu benden daha iyi oynadığı için ona karşı hep aşk sandığım fakat asıl adı nefret olan çok güçlü bir duygu yaratmıştım.
Aşkın karşıtı nefret değildir, aşkın karşıtı ilgisizliktir (apathy).
Sürekli olarak fikrî bunalımların ve doğru-yanlış çatışmasının içinde büyüyen birisi olarak, ilk kez o an kendimden ve hayatımdan nefret ettiğimi fark ettim. Bir özseverlik paradigması, kendini sevmekten ziyade başkalarının hayatıyla oynayarak kendi hayatını daha yaşanılabilir kılacağını zannetmektir. Bu oyunu benden daha iyi oynayan birisiyle karşılaştığımda da tüm yeteneklerimi ve bildiklerimi unutmuş, Arzu'nun çerçevesinin, imajının içerisine çekilmiştim.

Kaybedecek zaten hiçbir şey kalmamış, ne yapalım?

Kendimi bir centilmen olmaya ve durmadan, sürekli gelişerek olabileceğim en iyi erkek hâline gelmeye adadım.

Bunda da sıvadım, o ayrı konu, onu ikinci bölümde konuşacağız.

Kendim için, Tanrı için yaptım

O gün kazandığım ödül, bir insan ilişkileri ve evrimsel psikoloji yamyamı olmaktan ziyade çocukluğumdan beri bana sorulan o korkunç sorunun cevabıydı.

"Bugün seni yaratan ve alemleri yöneten Tanrı için ne yaptın, Batuhan?"

Modern erkek ve Stoacılık yazısının ilk bölümüne bu sorunun cevabıyla veda edeceğim.
Uzun zamandır kendi mutluluğundan ziyade değer verdiğini sandığın insanların mutluluğunu düşünüyorsun. Sırf o kadının mutlu olması için önemli bir dersini ekiyor, bir buçuk saat için bile olsa onu görmeye gidiyorsun. 
Kendine değer vermen gerektiğini ne zaman anlayacaksın, ruhum? Kendine hiçbir zaman iyi davranmadın, o hâlde başkası sana neden iyi davransın? 
Elbet bu "memnun etme" oyunundan bıktığında tüm köprüleri yakıp, ellerinle inşa ettiğin bu çürümüş binayı temelinden yıkacağını zaten bilmiyor musun? O zaman sadece kendini değil, değer verdiğini sandığın o insanı da kıracaksın.
Eğer Tanrı senin mutlu olmanı istemeyecek kadar zalim ve kibirli olsa, sana mutlu olma fırsatını en başından verir miydi?
O hâlde bugün Tanrı'yı memnun et, kendini memnun et.

28 Şubat 2018

Hipergami matriksi, bölüm 2

*anahtar kavramlar*

ONEitis: Ecnebiler, özel olduğuna inanarak saplantı hâline getirdiğiniz "O KADIN" için bu tabiri düşünmüş. Ben bunun yerine "biricik", "ruh eşi", "tek boynuzlu at" gibi terimler kullanıyorum.

Abundance Mentality: Kaybedecek hiçbir şeye sahip olmama ve durum gerektirdiğinde çekip gidebilme olgunluğudur, bu olgunluğa sahip olan kişi dünyada milyonlarca daha kadın olduğunu bilir. Bu yüzden bir erkeğin en güçlü silahı, içinde bulunmak istemediği bir ilişkiden kolayca çekilme gücüne sahip olmaktır. Bu düşünce yapısına sahip olan kişiler karşısındakini değil, kendisini ödül olarak görür.

Scarcity Mindset: Pek fazla kadınla birlikte olmamış erkeklerde görülür. Ulaşabileceği en iyi kadına sahip olduğunu sanan erkek, onu kaybetmemek için her şeyi yapacak ve her türlü dramaya katlanacaktır. Bu arkadaşlar beraber oldukları kadınlara karşı "tek boynuzlu at" muamelesi gösterir. Kırmızı çizgilerinin çiğnenmesine sinirlendiği hâlde çekip gidecek özgürlüğe sahip değildir.

80/20 KuralıBir sistem üzerindeki etkilerin 80%'inin, etkenlerin 20%'sinden kaynaklandığını açıklayan, daha azıyla, daha çoğu elde etme kuralı.
(wikipedia linki, sıfır var başında tabii)



Hipergami tatmini ve kadınların tatmin testlerinin temeli

Hüsamettin mutsuz. Hüsamettin kızgın.

Peki asıl yanlış yapılan nokta neresiydi ve daha iyi bir sonuç almak için ne yapılabilirdi? İlk yazımda bahsettiğim gibi, olayları dışarıdan izleme üstünlüğüne sahip olan kişiler objektif ve rasyonel bir bakış açısını ortaya daha rahat şekilde koyma şansını da ellerinde bulunduruyorlar. Bu yüzden çoğunuzun problemin kaynağını anladığını düşünüyorum. Yalnız şu var, aynı durumda Hüsamettin'in yerinde siz olsaydınız bu problemi anlamanız belki bir hafta, belki bir ay sürecekti. Benim gibi "umutsuz romantik" biriyseniz doğru yöntemi ilişkinin sonuna kadar anlamamanız da ihtimal dahilinde. Hiçbir zaman anlamayanlar da var.

Tekrar kavga anına geri dönelim ve opsiyonları teker teker konuşalım. 
RÜMEYSA: Aynı baban gibisin.
Bu cümlenin ne anlama geldiğini bir önceki yazımızda öğrenmiştik. Rümeysa, ilişkinin başında dünyanın en iyi erkeği olarak gördüğü Hüsamettin'in hâlâ yeterince erkek olup olmadığını BİLİNÇSİZ bir şekilde test etmeye çalışıyor. Daha sonra bunu neden söylediğini soracak olursak Rümeysa'nın cevabı ya "bilmiyorum, birden ağzımdan çıktı" ya da "sinir anında istemeden söyledim" olacaktır. Eğer bu söylediği şeye olay üzerinden bir ay geçtikten sonra bile gerçekten mantıklı bir açıklama getirmeyi başarabiliyorsa söylediğinde ciddi olduğunu anlamalısınız, yani babanıza benziyorsunuz. 

Hemen acele etmeyin, kadınlar GENELLİKLE duygularıyla, düşünmeden önce hissederek hareket ettikleri için daha sonrasında bu hareketlerine mantıklı açıklamalar getirme yeteneğine de sahiptir. Bu durumu evrimin kadınlara hediye ettiği bir savunma mekanizması olarak düşünebiliriz. Bunu inceleme isteği duyuyorsanız da sevgilisinden yeni ayrılmış bir kadınla konuşmanız yeterli. Bir hafta önce sorsanız erkeğiyle çok mutlu olan, aşkından ölen kadın ayrılık sonrası "zaten beni hiç sevmemişti, ben de onu sevmiyordum, demek ki ruh eşi değiliz" demekten çekinmeyecektir.

Kadınların sevgileri anlık ve çıkarcı bir yapıya dayalıdır, çünkü kadınların hayatta kalma ve soylarını EN İYİ ŞEKİLDE devam ettirme şansları bazı paradigmalara bağlıdır. Bunu başka bir yazıda konuşacağız. 

Bu yüzden ASLA bir kadına neden hoşunuza gitmeyen bir söylediğini sormamanız gerekiyor. Eğer bunu sorarsanız, bahsi geçen tatmin testini kafanıza taktığınız kabak gibi ortaya çıkacak, istediğimiz şey ise bunun tam tersi.

Şimdi, ufak kavgamıza geri dönelim.
RÜMEYSA: Aynı baban gibisin. 
HÜSAMETTİN: *vazoyu duvara fırlatır*
Sıçtın bile, geç bunları. 

Vazoyu duvara fırlattığınız anda Rümeysa'nın aklından ve bilinçaltından geçebilecek çok az fikir var. Genelde erkekler, kadının bilinçaltını kendinden soğutmayı başararak ilişkilerini mahvediyor. Hanımefendinin bilinçaltından geçecek mesaj zaten belli, "HASSİKTİR, adam sandığım herif tek sözümde kafayı yedi, peki ileride ailemizi düşmanlardan nasıl koruyacak?" diye düşünmeye vazoyu elinize aldığınız an başladı.

Yalnız şöyle bir durum var, bu hareket, yani vazoyu duvara fırlatma davarlığı, "bu adam bir psikopat, ileride delirip beni de öldürür" gibi bir sinyali Rümeysa'nın açık zihninde de oluşturabilir. Hiç beklemediğiniz bir anda mahallenin bir ucundan polis sirenlerini duyabilirsiniz. NANİ NANİ NANİ, Polis Emre geldi, hooop, ters kelepçe. Kadın beyanı esastır, hadi koğuşa.

Tebrikler, kendi kafanıza iki yandan sıkmış oldunuz.

Bu yapabileceğiniz en aptalca hareketti, bir de bu hareketin daha az aptalca olanı var. Daha az aptalca olması ileride götünüzü tırmalamayacağı anlamına gelmiyor. O yüzden yelkenleri suya indirmeyin hemen.
RÜMEYSA: Aynı baban gibisin.
HÜSAMETTİN: Neden böyle dedin şimdi? Babamdan nefret ettiğimi biliyorsun. Ben sana şöyle desem hoşuna gider miydi? Babam gibi değilim, o çok kötü bir adamdı, sakın bana bir daha böyle bir şey deme. (falan fistan, vs.)
Bu sefer fiziksel şiddet göstermeden sıçıyorsunuz. Hele bir de bunları söylerken yüzünüz ekşidiyse, duygusal bir yüz ifadesi takındıysanız veyl hâlinize!

En azından toparlanabilir bir durum içindesiniz. Muharebeyi kaybettiniz ama savaş hâlâ kazanılabilir. Kadının açık zihninde de pek fazla kötü bir imaj oluşturmayacaksınız şimdilik, ama merak etmeyin, Rümeysa hissettiği güçlü duygular için mantıklı bir açıklamayı zaten eninde sonunda bulacak. Bu tatmin testleri her başarısız olduğunuz durumda şiddetini ve sayısını arttırarak daha da kaldırılamaz hâle gelecek. O yüzden dedim yelkenleri hemen indirmeyin diye.

Peki, Rümeysa'nın bilinçaltı ve hipergami güdüsü bu sırada ne hissediyor, "benim tek lafımla bile bu kadar rahatsız oluyor ve çerçevesini düşürüyorsa gerçek bir tehlike anında bu adama güvenebilecek miyim?", hamster çarkında dönmeye başladı, eğer durduramazsanız kafesinden fırlayayıp kaçacak

Peki, en eğlenceli kısma gelelim, Hüsamettin ne yapmalıydı?
RÜMEYSA: Aynı baban gibisin.
HÜSAMETTİN: O kadar babam gibiyim ki nasıl aynı kişi olmadığımıza şaşırıyorum. *kahkaha atarak*
Erkekler, genellikle sözlerden ziyade hareketleri ciddiye almayı öğrenmeliler. Çocukların da sık uyguladığı bir kendini sağlama alma mekanizması olarak, kadınlar, ağızlarından çıkan sözlerin yaratacağı etkileri pek düşünmeden hareket ederler. Daha sonrasında da ağızlarından kaçan bu sözler için mantıklı bir açıklama getirmeyi başarırlar çünkü kadınların beyni böyle çalışır. Bir kadından duymayı asla hayal dahi edemeyeceğiniz şeyler duyacağınız zamanlar da gelecek, o yüzden buna ne kadar erken alışırsanız o kadar iyi olur.

Kadınlar, önce düşünüp sonra hareket eden erkeklerin aksine, hayal güçlerini kullanarak senaryolardaki boşlukları doldurmaktan keyif alırlar. Hatta kafasında kurduklarının gerçekleştiğini izleyen bir kadından daha mutlusunu görmek pek mümkün değildir.

Hüsamettin'in bu cevabında şakacı bir tavır izlediğini görüyoruz, karşısındaki kadının bilinçaltına ve hipergami güdüsüne vereceği sinyal "çok şirinsin ve bu hareketini ciddiye bile almıyorum" olacak. Bu alabileceğimiz en iyi sonuç. Rümeysa, erkeğinin verdiği cevaptan sonra belki biraz sıkılacak ve birkaç saatlik bir sessizlik terapisine girecek olsa da hipergami dürtüsünü tatmin eden cevabı alıyor. Bu cevabın o sırada nasıl bir bilinçaltı oluşturacağını biliyoruz, "Hüsamettin düşündüğüm kadar da zayıf değilmiş, bel altı oynadığım hâlde bana gülüp geçti", yani tartışmaya girmeden kazanmış olduk.
48 Laws of Power, Law 9
Win through your actions, never through argument. 
Any momentary triumph you think gained through argument is really a Pyrrhic victory: The resentment and ill will you stir up is stronger and lasts longer than any momentary change of opinion. It is much more powerful to get others to agree with you through your actions, without saying a word. Demonstrate, do not explicate.
Peki burada işimiz bitmiş mi oluyor? Hayır, işimiz bitmedi ama zor kısmı hallettik sayılır. Aslında bu tatmin testlerinin durumsal güçsüzlüğe ve kadının kendisi için en iyi seçimi yapması dinamiğine dayalı doğasını anladıktan sonra bu işten zevk almaya bile başlayabiliyorsunuz. Bu tatmin testleri artık size eğlenceli gelmeye başlıyor. Hem kendiniz eğleniyorsunuz, hem de erkekliğinize ve çerçevenizin sağlamlığına dayalı şüpheler güden kız arkadaşınızı sakinleştirmiş ve ona istediğinizi vermiş oluyorsunuz. Yine de dediğim gibi, işler daha bitmiş değil.

Bu tatmin testleri hakkında daha detaylıca başka bir yazıda konuşacağız.

Çerçeve ve imaj her şeydir
Iron Rule of Tomassi #1
Frame is everything. Always be aware of the subconscious balance of whose frame in which you are operating. Always control the Frame, but resist giving the impression that you are.
Ne diyecek olursanız olun, bir erkeğin hayatındaki kadına karşı HER ZAMAN çerçevesini yüksek tutması gerekiyor. Eğer söylediğiniz bir şeyden daha sonra geri adım atacaksanız hiç söylememeniz daha iyi. 

Sessizlik güçlü bir silahtır. Yerinde kullanın. Ne cevap vereceğinizi bilmiyorsanız, hiç cevap vermemeyi tercih edin. Hiç verilmemiş cevap, kendisi de bir cevap olarak, kötü bir cevaptan daha iyidir.

Bir erkeğin ilişkisinde kullanabileceği en büyük kozlardan birisi çekip gidebilme özgürlüğüne ve olgunluğuna sahip olmaktır.

Şunu soranlar olacağını biliyorum, "Batuhan, bizim hiç kırmızı çizgimiz olmayacak mı? Kadınların her dediğini sineye mi çekeceğiz?", haklı bir noktaya değindiniz. Bu haklı sorunun cevabı ya kadınların tatmin testlerini ciddiye almadan savuşturmak ya da kırmızı çizgilerinizi geçen kadınları basitçe terk etmek olacaktır. 

Abundance Mentality kavramını okumuştuk, değil mi? Bugün evsiz kalabilir ya da bir akrabanızı kaybedebilirsiniz. Hatta kendiniz dahi ölebilirsiniz. O hâlde niçin bir kadını kaybetmekten bu kadar korkuyorsunuz? Onun gibi bir kadını bir daha asla bulamayacağınızı mı düşünüyorsunuz? ONEitis kavramına tekrar göz atmalı ve Stoacı bir felsefe gütmelisiniz.

Bunu söylemekten hoşlanmıyorum ama kırmızı çizgilerinizi geçmeyi, zorlamayı denemeyen bir kadınla ya da bir erkekle tanışmayacaksınız. Tüm kadınlar sizin değerinizi ölçmek için kırmızı çizgilerinizi zorlayacak, kendinizi ne kadar değerli göstermeyi başarırsanız başarın bu tatmin testlerinin sonu da gelmeyecek. 

Tatmin testleri asla bitmez, sadece yoğunluğunu ve şiddetini erkeğin imajının sarsılmaz olmasına oranla düşürür.

Eğer ilişkinizin sağlıklı ve karşılıklı saygıya dayalı şekilde ilerlemesini istiyorsanız, ASLA çerçevenizden ve imajınızdan ödün vermeyin. Çerçevesi ve sınırları olmayan bir erkeğin sosyal market değeri, imajının ne kadar sağlam olduğuna ya da olmadığına oranla hızla düşer. 

Sağlam bir imajın ve çerçevenin nasıl oluşturulacağı, nasıl korunacağı hakkında yine başka bir yazıda konuşacağız. Burada sadece temelleri öğreniyoruz.

İlişkilerin altın kuralı: Arzu satın alınamaz, arzunun pazarlığı yapılmaz

Kadınlar, hayatta kalma ve ulaşabileceği en iyi genlere ulaşma güdüsünden dolayı kendilerinden düşük bir sosyal market değerine sahip olan erkeklere saygı duyamazlar, yine bu sebepten dolayı da kadınlar saygı duyamadıkları bir erkeği samimice sevemezler.

Bu yüzden bir erkek, sosyal market değerinin düşmesini veya artmasını sağlayan etkenleri öğrenmeli ve asla unutmamalıdır. Bir kadın, kendisinden daha düşük bir değere sahip olduğuna inandığı erkeğe karşı neredeyse her zaman "sadece arkadaş olalım" kartını oynamaktan çekinmez ve bu erkeğe samimi bir arzu duyamaz.

Oysa erkekler kendilerinden daha düşük değere sahip kadınlarla kısa süreli ve hatta uzun süreli ilişkiler yaşamakta ve mutlu olmaktadır.



80/20 Kuralı, arz ve talep

Erkeklerin kendilerinden düşük sosyal market değerine sahip kadınlarla mutlu olabilmesinin fakat kadınların bunu başaramamasının sebebi çok basit bir matematikle açıklanabilir.

Sperm ucuzdur, kadın yumurtası pahalıdır. Arzı yüksek olan ürünün talebi her zaman düşüktür.

Bunun sebebi, erişkin bir erkeğin dokuz aylık süreç içerisinde binlerce kadını dölleyebilecek kapasiteye sahip olması, fakat kadının bu süreçte yalnız bir kez hamile kalabilmesidir.

Pareto ilkesi (Pareto Principle), önemli azın yasası (Law of the Vital Few) ya da etken seyrekliği ilkesi (Principle of Factor Sparcity) olarak da bilinen bu kural, bir sistem üzerindeki etkilerin 80%’inin, etkenlerin 20%’sinden kaynaklandığını söyler.
  • Sorunların 80%’i, sebeplerin 20%’sinden kaynaklanır. 
  • Bir şirketin gelirlerinin 80%’inin kaynağı, müşterilerinin 20%’sidir. 
  • Bir şirkete gelen şikayetlerin 80%’i, müşterilerinin 20%’sinden gelir. 
  • Bir proje ekibi, eforunun 80%’ini projenin 20%’si (başındaki ve sonundaki 10%’luk dilimler) için harcar.
Yukarıdaki örnekler insan ilişkilerinde de geçerlidir. Sosyal market değeri yüksek olan kadınların 80%'i, sosyal market değeri yüksek olan 20%'lik erkek kesimle beraber olmaktadır. 

Bu yüzden 6/10 ve 9/10 değeri olan iki erkek ile beraber 8/10 değeri olan beş kadın, ıssız bir adaya düşseler, bu beş kadının tümü de 9/10'luk değeri olan erkek için mücadele edecektir. 6/10 sosyal değere sahip olan ikinci erkek ise diğer beş kızın her biriyle de çok yakın arkadaş olacaktır.

Sizi arkadaş yaptırmayacağız.

*bir sonraki yazıda smv'yi arttıran ve azaltan etkenleri konuşacağız, görüşmek üzere*