25 Şubat 2018

Hipergami matriksi, bölüm 1

*anahtar kavramlar*

Hipergami: "kadınların eş seçimi yaparken kendinden daha varlıklı, sınıfça daha yukarıda, daha iyi bir statüde olan erkeği -bilinçsiz şekilde- seçmesi" dinamiğine sosyoloji biliminde verilen isim.

SMV: "social market value", bir erkeğin ya da bir kadının hipergami dinamiği içerisindeki market puanını tanımlamak için kullanılır. Sağlıklı genlere sahip olmak SMV havuzu için artı bir puan, ekonomik olarak aileye bağımlı olmak eksi bir puandır.

Shit Test: Kadınların, seçtiği erkeğin hipergami hiyerarşisinde hâlâ yüksekte olup olmadığını anlamak için yaptığı -bilinç dışı- testler. Bu testlere Türk erkekleri arasında dırdır da denir.





Hipergami, bu dinamik neden var?


Ufak ve eğlenceli bir hikâyeyle başlayalım. Hipergami konusunu dört bölümden oluşacak şekilde ele alacağım. Her bölüm başka bir gönderide olacak.

26 yaşında olan bir erkeğimiz var, adı Hüsamettin. Bu arkadaşımız, 21 yaşındaki bir kadınla uzun süreli bir ilişkiye giriyor. Bu hanımefendinin adı da Rümeysa olsun. Bu Rümeysa'nın pek de bir olayı yok aslında. Liseden mezun olmuş, hâlâ ailesiyle birlikte yaşıyor. İngilizce bile bilmiyor ama poposu ve göğüsleri güzel. Hafiften burnu büyük gibi sanki.

Hüsamettin'in ₺5000 kazandığı saygın bir mesleği var. Altında 2015 model Volkswagen Polo var. Kendi evine çıkmış tabii, o kadar parayla İstanbul'da da çıkarsın. Eli yüzü düzgün, boyu ortalamadan uzun, vücuduna dikkat ediyor. Her akşam kitap okuyor, Shakespeare'in birkaç sonesini ezbere bilir. Çevresinde onunla bir şans elde edebilmek için bekleyen onlarca kadın var. Hüsamettin bu durumun farkında ama onun hayalleri daha büyük. Onu parası ve hayattaki değeri için kullanacak kadınlardan bıkmış. Beraber doğa gezileri yapacaklar, karavanla gezecekler, kedi besleyecekler. Evinin hanımı, çocuklarının annesi olacak bir kadın istiyor. Daha önceden de belirttiğimiz gibi Rümeysa'nın poposu ve göğüsleri güzel, saçlar ipek gibi, yüzü de idare eder. 

Bizim Hüsamettin çoktan seçimini yaptı bile.

Rümeysa'nın sosyal market değeri için 7/10 diyelim. Hüsamettin'in sosyal market değeri de 8/10 0lsun.

Bu durumda Hüsamettin eğer çok büyük bir aptallık yapmazsa kızı elinden kaçırması mümkün değil, beraber tek boynuzlu atlara binip bunlarla gökyüzünde süzülme hayallerine de sonunda ulaşacakmış gibi duruyor, değil mi?

İlişkinin ilk birkaç ayı, hatta ilk senesi rüya gibi geçiyor. Haftanın en az dört günü seks yapıyorlar, beraber ilginç yerleri geziyorlar, saatlerce telefonda günlerinin nasıl geçtiğini anlatıyorlar birbirlerine. Rüya gibi, gerçek de değil zaten bunlar. Şu an uyduruyorum.

Sonra fasulyenin faydaları çıkmaya başlıyor ortaya... Hüsamettin, bu kız arkadaşına hayatının tüm detaylarından bahsediyor. En büyük korkularını anlatıyor. Aklından şöyle geçiyor, "bu kız benim bir senedir yanımda, onunla evlenmeyi düşünüyorum, o hâlde zayıf yanlarımdan da bahsedebilmeliyim", mantıklı aslında, değil mi?

Yok, öyle değil işte.

"Familiarity breeds contempt."
"The more acquainted one becomes with a person, the more one knows about his or her shortcomings and, hence, the easier it is to dislike that person."

Hüsamettin ve Rümeysa arasında bu aşinalık düzeyi arttıkça, Rümeysa, ilişkinin başında dünyanın en muhteşem erkeği sandığı Hüsamettin'in zayıf yanlarını da öğrenmeye başlıyor. Bu yüzden zamanla ona saygısı azalacak, hatta durum kontrol altına alınamazsa bu saygı tamamen bitecek. Rümeysa bunları dinleyerek ve daha da anlatmasını rica ederek aslında kendine de kötülük ediyor ama durumun hiç farkında değil. O an düşündüğü şey ise erkeğinin ona karşı yelkenlerini nasıl indirdiği, yani sevgilisini zayıf yanlarını paylaşacak kadar değerli gördüğü. Rümeysa o an için mutlu ama hipergami mutlu değil.

Hüsamettin diyelim ki babasını hiç sevmiyor, hatta ondan nefret ediyor. Zamanında annesini gözlerinin önünde sürekli dövüyormuş bu adam. Bu durumdan Rümeysa'ya bahsediyor, asla babası gibi bir adam olmayacağını söylüyor. Ne kadar iyi bir baba olacağından bahsedip duruyor. Çocuklarıyla beraber resim çizecek, Toy Story'nin yirminci filmine gidecekler.

Sonra bir gün gaipten bir şekilde kavga çıkıyor. Bunda garip bir şey yok, uzun süreli her birliktelikte kavgalar yaşanır. Bu kavgalar yaşanmazsa büyük ihtimalle çok daha büyük problemler vardır. Burada en tatmin edici durum ilişkinin direği olan erkeğin "bir kaya gibi" sağlam olması ve durumu düzeltmesi. Kavganın sebebi ne olursa olsun. 

Buradaki kavganın sebebi Hüsamettin'in duştan çıkarken banyo zeminini ıslatması. Rümeysa kızmakta haklı tahmin edebileceğiniz gibi. Bu kavga zaten iki erkek arasında yaşansa "tamam birader, kurulanır çıkarım" dersin, sorun çözülür. Romantik bir ilişki yaşadığınız kadınla kavga ederken durum böyle değil, hâlâ erkeğinin dünyadaki en iyi seçim olduğunu düşünmek isteyen kadın bilinçsiz bir şekilde "aynı baban gibisin" testini araya sıkıştırıyor. Bunu Hüsamettin'den nefret ettiği için yapmıyor, sorarsanız çok aşık, sadece ona birkaç zayıf yanını gösteren adamın hâlâ ilişkinin başındaki gibi güçlü olup olmadığını test etmeye çalışıyor. Bunu bilinçli bir şekilde yapmıyor. Bir hafta sonra sorarsanız kavganın neden çıktığını ve büyüdüğünü unutacak.

"Aynı baban gibisin" lafını duyan Hüsamettin çileden çıkıyor tabii, vazoyu tutup duvara fırlatıyor, belki sinirinden biraz ağlıyor, ortaya çıkan durum yüzünden Rümeysa da ağlamaya başlıyor. Ortama daha fazla katlanamayan Hüsamettin, tekelden altı tombul Efes alıp dağ başına gidiyor, bütün gece Müslüm Gürses dinleyip iki paket sigara bitiriyor. Rümeysa'nın yaptığı hatayı fark etmesini sağlayacakmış gibi, kızın vicdanını sızlatmak için bulunduğu ortamın fotoğrafını da atıyor ona. 

Bak, sen benim kalbimi kırdın, ben de kendimi içkiye verdim.

İyi bok yedin, Hüsamettin.

*bölüm 2 yakında, bu tür kavgalar sırasında neler yapılabileceğinden bahsedeceğim*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder